Sayfamıza Hoş geldiniz

Reklamlara Tıklayarak Destek Olabilirsiniz Sitemizi Geliştiriyoruz

DAVAMIZ İSLAM
25 Haziran 2014 Çarşamba

Nalıncı Baba

Evliya Çelebi Seyahatnamesi‘nde Nalıncı Memi Dede’den şöyle söz eder:
Bergamalı‘dır. Unkapanı Araplar Camii karşısında bir dükkanda nalıncılık yapar. Ölümünden sonra da bu dükkan, nalıncılık işinden başka bir iş kullanılamaz. Abdi Çelebi, hayatında eline keser almadığı halde bu dükkana girince nasıl olduğunu anlayamadan usta bir nalıncı oluvermiştir. O tarihte Unkapanı’nda büyük bir yangın çıkar. Binalar ahşap olduğundan toptan yanar. Hatta benim evim de o yangında çok büyük zarar görmüştü. Ama Nalıncı Dede’nin dükkanı tahtadan yapılmış olduğu halde, ortada sapasağlam kalmış, herkesi şaşkına çevirmişti. Üstelik yangın sırasında Nalıncı Hüseyin dükkanda çalışmaktaydı. “Her taraf yanıyor, kaç da canını kurtar!” dediklerinde: “Burası, benim dedemin dükkanıdır. Beraber yanarım, yine çıkmam“, diyerek ateş içinde kalır. Gerçekten yangın biter ama bu dükkan yanmaz. Zamanla buranın değeri artar. Küpeli denilen bir Yahudi, dükkan sahibine birkaç akçe fazla vererek Hüseyin Çelebi‘yi dükkandan attırır. Bir gün kepenkleri açarken dengesini kaybeder, başı üzerine düşerek ölür. Yani o dükkanı nalıncılık haricinde kullanmak hiç kimseye nasip olmaz. Anlatılır ki: Memi Dede, öldüğü gece Sultan III. Murad‘ın rüyasına girer ve şöyle seslenir:
 namazımı Fatih Camii’nde kılmaya hazırlan. Beni evimde toprağa ver. Üzerime bir , yanıma bir ve bir  yaptır. Dünyadan elli sene su içtim.”  
Memi Dede, gerçekten evinin olduğu yere gömülür. Gereken yapılır. (Evliya Çelebi – Seyahatname’sinden)
Sultan III. Murad‘ın rüyasından sona olanların ayrıntısını pek çoğunuz okumuşsunuzdur, ama biz önceden okumayanlar için bir kez daha yazalım. Neden bilmem, en çok sevdiğim hikayelerden biridir Nalıncı Memi Dede’nin hikeyesi…
Neyse, hikaye şöyle:
Sultan III. Murad Han yukarıda bahsedilen rüyayı gördüğü günün sabahı, bir anlam veremediği bu rüya dolayısıyla tuhaf bir hal içindedir. - i âzam Siyavuş Paşa padişahın bu halini görünce merak eder ve sorar:
- “Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?”
Padişah:
- “Akşam garip bir rüya gördüm.” der.
Vezir:
- “Hayırdır inşaallah efendim!?”
Sultan Murad Han:
- “Hayır mı, şerr mi öğreneceğiz inşaallah!. ”
Vezir:
- “Nasıl yani?” diye sorar.
Padişah vezire:
Hazırlan, dışarı çıkıyoruz. ”
Tebdil-i kıyafet ederek iki molla kılığında çıkarlar yola.  Sultan Murad hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir.  Seri, kararlı adımlarla Beyazıt’a çıkar, döner Vefa’ya, Zeyrek’ten aşağıya inip Unkapanı civarında durur.  Etrafına dikkatle bakınır.
İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Tebdil-i kıyafet içindeki Padişah çaktırmadan oradakilere sorar:
- “Kimdir bu yerde yatan?”
Ahali:
- “Aman hocam hiç bulaşma, ayyaşın sefilin biri iste!”
Padişah:
- “Nerden biliyorsunuz öyle olduğunu?”
Ahaliden biri atılır:
- “Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuzdu.”
Bir başkası ayrıntıya girer:
- “Biliyor musunuz, aslında iyi sanatkârdı. Nalının (ayakkabının) hasını yapardı.  Ancak kazandıklarını içkiye, fuhşa harcardı. Hem şişe şişe şarap taşırdı evine…  Hem de nerde namlı, mimli kadın varsa takardı peşine ve evine götürürdü.”
Ahali içinde yaşlı biri oldukça öfkelidir ve söze karışır:
- “İsterseniz komşulara sorun bakalım, onu bir cemaatte gören olmuş mu?”
Bunları anlattıktan sonra mahalleli döner ardını çekip gider. Bizim tebdil-i kıyafet mollalar kalırlar cenazenin başında tek başına…
Tam vezir de toparlanıyordur ki, Sultan Murad onun yolunu keser:
- “Dur vezir nereye?” der.
Vezir Siyavuş Paşa:
- “Bu adamdan uzak durmak istersiniz diye düşündüm Sultanım.”
Padişah:
- “Hayır olmaz öyle şey! Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem.  Ama biz gidemeyiz, rüyamın bir hikmeti olmalı.. Hem şöyle veya böyle halkımızdır. Defin işini tamamlamak gerek,” der.
Veziri:- “İyi
ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
” der.
Padişah vezirine itiraz eder:
- “Olmaz vezir, rüyadaki hikmeti çözemedik daha…”
- “Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?” diye sorar vezir..
Padişah:
- “Mollalığa devam edeceğiz. Cenazeyi kaldırmalıyız.” der.
Vezir şaşkınlık içinde:
- “Aman efendim, nasıl kaldırırız?” diye sorar.
Padişah:
Basbayağı kaldırırız işte!” diye çıkışır.
Vezir bunun çok zor olacağı konusunda Sultan Murad’ı ikna etmeye çalışır:
- “Yapmayın, etmeyin Sultanım, bunun yıkanması, paklanması var. Kefenlenmesi, gömülmesi falan…”
Padişah vezirin sözünü keser ve:
- “Merak etme, ben hallederim hepsini…” der.
Vezir bakar ki Padişah kararlı:
- “Şurada bir mahalle mescidi var ama, bilmem ki?!!” diye kararsız düşünürken Padişah:
- “Fatih Camii’nde kılacağız namazını” der.
Çünkü rüyasında böyle denmiştir kendisine… Ve gelirler camiye…  Vezir sağa sola koşturur.  Kefen, tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa…  Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar, ki nâş ayan beyan güzelleşir sanki.  Bir nurdur, aydınlanır alnında.  Yüzü sarhoşlara benzemez.  Hem mânâlı bir tebessüm okunur dudaklarında.  SultanMurad’ın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de tabii ki. . .
Böylece meçhul ayakkabıcıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar, namazını kılarlar. Sıra gelir defin işlemine… Vezir sorar:
Sultanım, nereye defnedeceğiz?”
Padişah:
Evinin bahçesine.. Sen bir koşu gidip adresini araştır, öğren gel” der…
Vezir sorar soruşturur ve evin adresi  öğrenilir. Cenazeyi yüklenip giderler. Eskimiş küçük bir ahşap evin kapısını çalarlar. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Kadına kocasının öldüğünü alıştırarak haber verirler. Kadın sanki bu vefatı bekler gibidir. Ama yine de gözyaşlarını tutamaz.
Neden sonra Padişaha:
Hakkını helâl et evladım. Belli ki çok yorulmuşsun.” der.
Padişah:
- “Helal olsun.. Ama bahçenizde bu cenazeyi defnecek yer var mı?” diye sorar…
Yaşlı kadın:
- “Evet, bizim bey mezarını kazıp hazırlamıştı. ‘Beni buraya defnetsinler hanım’ demişti.”
Bunun üzerine Padişah ve veziri cenazeyi  bahçede kazılan yere defnederler. Defin işlemi bitince Padişah yaşlı kadına:
- “Bana biraz rahmetliden söz eder misiniz?” der.
Yaşlı kadın tabii dercesine hüzünle sallar başını ve anlatmaya başlar:
- “Evladım, rahmetli bizim efendi bir âlemdi, vesselâm… Akşamlara kadar ayakkabı yapardı.  Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip helâya dökerdi.”
- “Niye?” diye sorar Padişah…
Yaşlı kadın:
- “Müslümanlar içmesin diye. . . ”
Padişah şaşkınlık içinde:
- “Hayret!!..” der.
Yaşlı kadın devam eder.
- “A oğul bu da bir şey mi? Başka tuhaf şeyler de yapardı.”
Padişah merakla:
- “Ne gibi?” diye sorar.
Yaşlı kadın:
- “Nerede malûm kadınlardan bulsa, hemen ücretlerini öder, eve getirirdi.  ‘Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım. Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek….” deyip, bana da onlara dinimizin gereklerini anlatmamı tembih eder ve evden çekip giderdi. Sabaha kadar o kadınlara dinimizin vecibelerini anlatırdım
Sultan Murad Han iyice şaşkınlık içinde kalmıştır.
- “Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki… ” diye söylenir.
Yaşlı kadın:
- “Evladım, milletin ne sandığı umurunda değildi ki onun…  Zaten namazı da mahalleliyle kılmaz, uzak mescidlere giderdi.  ‘Öyle bir imamın arkasında durmalı, ki Tekbir alırken Kâbe’yi görmeli’ derdi…”
Sultan Murad Han rüyasının hikmetini yavaş yavaş anlamaya başlamıştır. Ama yaşlı kadının sözünü kesmez. Kadın devam eder:
- “Hatta bir gün ona; ‘Bana bakasın efendi! Sen böyle yapıyorsun, ama dedikodular aldı başını gidiyor. Komşular kötü belleyecek seni, inan cenazen kalacak ortada’ demiştim”… O da ‘merak etme hanım, kimseye zahmet vermeyiz. Mezarımı bahçeye kazdım, oraya defnedersiniz’ demişti.
Ben de ona; ‘ İyi de seni kim yıkasın, namazını kim kılsın, kim kaldırıp gömsün?” dedim”
Padişah konuşmanın burasında çok heyecanlanır ve sorar:
- “Peki o ne dedi?”
Yaşlı kadın:
- “A oğul, dedim ya bizim bey bir tuhaftı. Önce uzun uzun güldü, sonra da dedi ki; ‘Allah büyüktür hatun, padişahın işi ne?

0 yorum:

Yorum Gönder