Sayfamıza Hoş geldiniz

Reklamlara Tıklayarak Destek Olabilirsiniz Sitemizi Geliştiriyoruz

DAVAMIZ İSLAM

Üstadımız Cennet Mekân Abdullah Baba Hazretleri, Büyük Mürşid-i Kamil Çorumlu Hacı Mustafa Hazretlerinden ders aldıktan sonra yaşamış olduğu manevi halleri şöyle ifade buyurdular:


Bir gece uzandığım bir halde tespih çekerken, kalbimde bir genişleme meydana geldi. Tavana baktığımda tavandan içeridekileri görmeye başladım. Daha sonra sabah namazına kalkanları, ondan sonra teheccüt namazına kalkanları görmeye başladım. Kalbim biraz daha genişledi; İç Anadolu’da ki manevi yıldızları, sonra Türkiye’de ki en son dünyada ki bütün büyük zatları gördüm. Sabaha kadar böyle devam etti. Sabah namazını kıldım. Birkaç gün sonra Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretlerini ziyarete gittiğimde hadiseyi anlattım. Kendisi:

─ Elhamdülillah evladım, altıncı esmaya yükseldin. Bundan sonra halkayı zikirlerde “Hay Hay Allah, Hu Hu Allah” ismi esmalarını yaptırmaya yetkilisin” dediler.

1978 yılında Üstadımızın yanına ziyarete gitmiştik. Mübarek, Bize sohbet ettikten sonra kendisine:
─ Efendim Nevşehir’den bir arkadaşımızın basireti açıldı. Kabir halinden anlar oldu, dedim.
─ Üstadımız o kalp gözü açık arkadaşa dönerek şöyle sordu:
─ Evladım, Abdullah ağabeyini nasıl seviyorsun?

O da:
─ Canımdan çok seviyorum, dedi.
─ Nerede çalışıyorsun, diye sordu
─ Tekstil fabrikasında, dedi.
─ Abdullah ağabeyin sana, “O işten çıkacaksın!”, derse ne dersin?
─ Çıkarım Efendim.
─ “Ailenden boşan!” derse ne dersin?
─ Boşanırım Efendim, deyince.

Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri şöyle devam etti:
─ İşte oğlum, Abdullah ağabeyine olan bu sevgin seni bu makama getirmiş, dedi.

Orada bulunduğumuz sırada Çorumlu dervişlerden bir tanesi Hacı Mustafa Efendi Hazretlerine sordu?
─ Efendim Nevşehirli dervişlere çok hürmet edip seviyorsunuz, sebebi hikmeti nedir?
Hacı Mustafa Efendi Hazretleri şöyle cevap verdi:

─ Oğlum sizler yanımda onlar ise canımdalar. Ta Nevşehir’den çıkıp aşk ile muhabbet ile Bizi ziyarete geliyorlar. Evladımız Abdullah Efendi’yi On İki Piran Hazretleri de destekliyor; diye açıklama yaptı. Daha sonra Mübareğin yanından müsaade istedik ve Nevşehir’e geri döndük.

Yine 1978 yılında, Mevlana Hazretlerinin türbesini ziyaret için Konya’ya gittim. Ziyaret esnasında türbede, huzurda (hizmette) bulunan bir kimse yanıma geldi:

─ Efendim, bu gece divan burada toplandı. Size manevi görev verilmesi için işaret ettiler. Mevlana Hazretleri Sizin için çok hoş şeyler söyledi. Bütün piranlar tasdik ettiler. Ancak Bahaddin Nakşibendî Hazretleri daha erken olduğunu söyledi ve ileri bir zamana tehir ettiler. Sizinle tanışmak istedim. Bizlere duacı olun, dedi. Türbede hizmet eden bu zat manevi hali açık biriydi. (Allah rahmet eylesin.)
1980 yılı Eylül ayının on ikinci günü ihtilal oldu. Yine inanmış insanların tutuklandıkları, zulme uğradıkları, örtüye, İslam ve Kur’an’a saygısızlığın alıp yürüdüğü günler başlamıştı… Efendi Hazretleri bu durumdan dolayı çok üzülüyordu. Sıkıntısından uyuyamıyor, sabahlara kadar namaz kılıp, Müslümanlar için dua ediyordu.

Yine böyle sıkıntılı bir günün gecesinde Cennet Mekân Üstadımız, gördüğü bir rüyayı şöyle nakletmiştir;

“Kırklar divanı toplanmış, mübarek zatlar halka halinde oturmuşlar. Bana da oturmam gereken yeri gösterdiler. Bende oturdum, bir müddet sonra tefekküre daldım. Suyun içindeki mahlûkatın nasıl rızıklandığını gördüm. Küçük balık büyük balığın dişlerinin arasındaki artıklarla rızıklanıyor, büyük balık ise küçük balığı yiyerek rızıklanıyordu. Birbirlerine rızık oluyorlardı. O sırada nefis kendime getirdi. Divan-ı Salihin’deki zatlara:
“Efendiler! Rızkı Allah’ın verdiğine iman ettik. O’na tam bir inanç ile bağlandık. İyi mümin olmak için tüm eziyetlere katlanıyoruz. Ancak kendini bilmez insanların aşağılamasına, hakaretlerine maruz kalıyoruz. Dayak yiyor, hapislere atılıyoruz. Hanımlarımız sokağa rahat çıkamaz oldu. Tüm Müslümanlar kabuğuna çekilmiş, eziyetleri görmezden geliyoruz. Bütün dünyadaki Müslümanlar eza ve cefa görüyor, biz duruyoruz. Ne zaman kendimize geleceğiz, kurtuluş ne zaman?” dedim.

─ Şeyhim Hacı Mustafa Efendi Bana baktı, sükût etmemi söyledi. Yan tarafımdan birisi işaret ederek:
─ Sol tarafındaki zamanın Kutb-ul Aktab’ı. O’na bir tokat vur, kendine gelsin; dedi.

Sol tarafıma döndüm O Mübareğin yüzünde ki nuru görünce o kadar etkilendim ki o kadar sevindim ki kabaran ruhum birden sakinleşti, tekrar tefekküre daldım.

Bu sefer karadaki mahlûkatın nasıl rızıklandığını gördüm. Öyle ki toprağın altındaki, kayaların içindeki kurtların dahi yeşil yaprak yediğini gördüm.

“Aman Ya Rabbi! Metin olan Allah, her yerde her yarattığı mahlûkatın rızkını veriyor. Allah’ım Sen her şeye kadirsin. Bizleri bu zulümlerden kurtar. Bu Müslümanlara bir çare yok mu?” diye bağırdım. Sağımdan birisi:

─ Solundaki zamanın Kutb-ul Aktabı’dır. O’na bir tokat vur kendine gelsin, dedi. Soluma baktım O’nun nuru ve güzelliği Beni yine etkiledi. Yine tefekküre daldım.

Bu sefer havadaki mahlûkatın nasıl rızıklandığını gördüm, yine kendime geldim. Müslümanların kurtuluşu ne zaman olacak, diye feryat ettim. Yine yanımdaki:

─ Solundaki zamanın Kutb-ul Aktabı’dır. O’na bir tokat vur, dedi. O sırada uyanmışım.
O günün sabahı, namazdan sonra cemaat ile zikir yaptık.

Arkadaşlara hitaben:
“Çorum’a gitmek isteyen var mı?” diye sordum.
Arkadaşlar:

─ Hafta sonu değil, nereden çıktı Çorum’a ziyaret…
─ Ben bu gün gideceğim, gelmek isteyen varsa gelsin, dedim. Arkadaşlardan katılanlar oldu. Bir minibüs ile Çorum’a gittik.
Hacı Mustafa Efendi Nevşehir’den gelenleri misafir etti. Herkes soracaklarını sordular. Daha sonra:

─ Efendim Sizinle yalnız görüşmek istiyorum, dedim.
Üstadımız Hacı Mustafa Efendi Hazretlerine gördüğüm rüyayı anlattım.
Efendim Hazretleri:
─ Maşallah, Sübhanallah. Evladım kırklar divanına girmişsin. Sen hayret makamını da görmüşsün. İbrahim Hakkı Hazretleri de Yüce Yaradan’ın kudretini görüp böyle hayret etmişti de hayret makamında şu dizeleri söylemişti.

Hak şerleri hayreyler,
Zannetme ki gayreyler,
Arif anı seyreyler,
Mevla görelim neyler,
Neylerse güzel eyler…

Hacı Mustafa Efendi Hazretleri bu dizelerden sonra şöyle buyurdu:
“Kırklar divanındaki evliyalara gelince, evliyadan tasarruf alındı. Mehdi Ala Resul çıkana ve İsa (as) inene kadar bir şey yapamayız. Her kudret ve kuvvet Rabb’imin elinde. Biz nasıl isek, bize öyle idareciler veriyor. Yaşadığımız gibi muamele görüyoruz… Televizyona bakıyorsun. Televizyondaki hadiseleri seyrederken müdahale edebiliyor musun? Dünyayı da öyle seyredeceksin. Elimizden bir şey gelmez evladım,” dedi.

Üstadımız bir ara Kuddüsi Baba’nın “yüze güler dost, içinden düşman” isimli beyitini okuyup şöyle devam etti:

“Evladım, yüzünden gülen dost ama içinden düşman olanlar da var. Senin sağ tarafına gül yağı dökseler methi sena etseler, sol tarafına da ateş dökseler ikisini eşit mesafede göreceksin. İhsan üzere olacaksın. “Ya Rabbi! Senden gelen her şeye razıyım” dersen; işte o zaman kemale erersin. Eğer methi sena edeni sever, diğerine kızarsan kemale ermek mümkün değil, buyurdular. Ardından da:

─ Ancak gece ve gündüz çalışmamız lazım. Köy köy, kasaba kasaba, kaza kaza dolaşıp, Allah’ı unutan bu millete, Allah’ı sevdirmeyi O’na kul olmayı öğretmeliyiz, dedi.

www.lamelifdergisi.com

0 yorum:

Yorum Gönder