Sayfamıza Hoş geldiniz

Reklamlara Tıklayarak Destek Olabilirsiniz Sitemizi Geliştiriyoruz

DAVAMIZ İSLAM

Yine üstadımın hasretiyle yandığım bir gün, ocağa bir adam tuttum ve arkadaşımla, beraber Antep’e gittik. Giderken de, Bilal Baba’nın ilahilerini çekelim diye yanımızda altı, yedi tane kaset götürdük. Niyetimiz bir hafta kalmaktı.
Antep’in Danacık Köyünün girişinde indik. Yürür iken, at arabası ile bize doğru bir adam yaklaştı. Arabaya yonca yüklemişti. Bize;

“Her halde Bilal Baba’yı ziyarete geldiniz. Fakat evinin yanına kadar giden yol çok çamurlu, üzeriniz batmasın. Buyurun, arabaya binin ben sizi götüreyim” dedi.

Peygamber (sav) Efendimizin doğum yıl dönümü olması sebebiyle bir gün önceden gitmiştik. Mübareğin evine yaklaştığımızda mahşeri bir kalabalık vardı. Bilal Baba, biz gelmeden önce, oradaki cemaate;

“Bugün, Nevşehirli Abdullah Efendi oğlum geliyor” diye kerametini göstermiş. (Bu hadiseyi bize daha sonra anlattılar.) Üstadımızın evine girdiğimizde, bizi içeri buyur etti, bir arkadaşı da yanına çağırdı ve Ona:

─ Şu çantayı aç, içinden kaset çıkar, mevlit okunacak, ilahiler söylenecek; dedi. Ondan sonra pencereyi açtı, Bana dönerek;

─ Şu tepeyi görüyor musun? Orada, sahabeden Ukkaşe Hazretleri vardır. Benim manevi liderimdir. O’nu ziyaret et, oğlum Abdullah, dedi.

Biz de, O Mübareği ziyarete gitmek için gusül abdesti aldık ve dağa doğru tırmanmaya başladık. Bu arada diğer kalabalık, köyün etrafını dolaşarak dağa doğru gidiyorlardı. Yukarı vardığımızda, Bize:

─ Ya hu, Siz ne yaptınız? Bu dağın yılanları meşhurdur. Bu güne kadar kimse çıkmaya cesaret edemedi. Size hiçbiri rast gelmedi mi, dediler.

Biz de kendilerine;

─ Hayır, hiçbir şey görmedik. Karşımıza ne bir yılan çıktı, ne de başka bir zararlı hayvan; diye konuşurken, bu esnada gayet iri ve heybetli gözüken bir meczup;

“Sizi kim gönderdi?” diye sordu.
Biz de kendisine:

─ Bilal Baba, diye cevap verince; Öyle bir “Huu” dedi ki sanki her taraflardan ses geldi.

─ Demek, Bilal Baba’nın misafirisiniz? Size hiçbir şey zarar veremez. Buyurun meydan Sizin, dedi.

Ukkaşe Hazretlerini ziyaret ettik. Dönüşte de, tekrar geldiğimiz yoldan geri döndük. Allah’ın izni ile ne bir yılan ne de başka bir zararlı hayvan karşımıza dahi çıkmadı.

Bilal Baba’nın yanına vardığımızda, Mübarek Bize;

─ Oğlum, Abdullah Efendi, doğru Nevşehir’e döneceksiniz, dedi.

Bizde kendisine:
─ Efendim, Biz buraya bir haftalığına gelmiştik, mümkünse kalalım, diye cevap verdik.

Bilal Baba:

─ Evladım, Sizin gitmeniz gerekiyor. Allah razı olsun! Bizi memnun ettiniz, ziyaretimize geldiniz. Allah yolunuzu açık etsin inşallah, dedi. Bizde;
“Üstadımız böyle uygun gördüyse bir hikmeti vardır”, diyerek yanından müsaade aldık ve Fındık Ağası otobüsü ile Nevşehir’e geri döndük. Otogara indiğimizde, bir baktım, ağabeyim postaneye doğru hızlı, hızlı gidiyor. Ağabeyime; “Nereye gidiyorsun?” diye seslendim. Ağabeyim de Bana:

─ Ben de postaneye Size telgraf çekmeye gidiyordum, dedi.
“Hayırdır, ne oldu?” dedim.

─ Babam felç oldu, onu haber vermeye geliyordum. Hemen eve gidelim, dedi. Eve geldiğimizde, doktor bize:

─ Babanızın durumu çok ağır, üç günü geçerse felçli bir halde hayatını devam ettirir. Ancak siz ölümüne hazır olun, dedi. Ve babamız birkaç gün içerisinde, 1968 yılında vefat etti.

Bilal Baba’nın kerameti sayesinde babamı ölmeden görmüş oldum.

Yine bir gün Nevşehir’den Bilal Baba’yı ziyarete gittik. Hane-i saâdetlerine girdiğimizde kalabalık bir misafir topluluğu vardı. Gelen misafirlere ikram edilmek üzere, orada sürekli kaynayan buğday ve arpa kırmasıyla yapılan bir çorba pişiriliyordu. Bizler de yemek için bahçeye oturduk. Fakat hava kapalıydı. Bilal Baba’nın muhterem zevceleri hanımanne;

─Efendi, buraya Seni ziyarete gelen insanları bahçeye buyur ettin, ancak yağmur yağacak, dedi.
Bilal Baba, hanımanneye yemek yiyenleri işaret ederek:

─ Bunların üzerine yağmur yağmaz, hacı hanım, dedi.
Aradan kısa bir süre geçtikten sonra yağmur yağmaya başladı. Etrafa sicim gibi yağmur yağarken, üzerimize bir damla yağmur dahi düşmemişti.

Nevşehir’de bir arkadaşım vardı. Kendisi trafik kazası geçirdi. Kazadan sonra idrarında sürekli damlama olduğunu, bunun için çok bizar kaldığını ve çoğu zaman idrarının damlaması yüzünden bir kapla dolaştığını söylüyordu. Bir gün kendisine;

“Üstadım Bilal Nadir Hazretlerine giderken seni de götüreyim, hem senin rahatsızlığını söyleriz hem de hayır duasını alırsın” dedim.
Beraber Antep’e ziyarete gittik. Bilal Babama arkadaşın rahatsızlığını anlattım.

Bilal Babam, mutfaktan ufak bir tabağa domatesi rendeleyip içine sirke koyarak, getirmelerini söyledi. Bilal Baba, arkadaşı karşısına aldı, ona okuduktan sonra, bizlere sohbet etti. Aradan bir müddet geçmişti ki, arkadaşım heyecanlı bir halde;

“Abdullah Ağabey, idrarım damlamıyor. “Elhamdülillah” dedi ve çok sevindi. Ben de, Bilal Babam’a dönerek;

“ Efendim, Allah razı olsun, arkadaşımın rahatsızlığı geçti” dedim. Getirmiş olduğum arkadaşım, oldukça zengin bir kişi idi. Nevşehir’de bir petrol istasyonu açacaktı. Yanında da yüklü miktarda para varmış. O rahatsızlığının geçmesinin verdiği huzur ile Bilal Babama dönerek;

“Allah sizden razı olsun, rahatsızlığım geçti” dedi ve parasını çıkartarak;
“Efendim! Annenizin ak sütü gibi helal olsun” deyip, parayı uzattı. Bilal Baba arkadaşıma şöyle bir tebessüm etti ve ekledi;
“Evladım paranı cebine koy! O parayı eğer Biz alacak olursak, bu nefes bir daha şifa verir mi hiç! Şifa Allah-ü Teâlâ Hz.lerindendir. Bizler ancak vesileyiz” demişlerdi.

www.abdullahbaba.com
Fotoğraf: Abdullah Baba (ks) Hazretlerinin Dilinden Bilal Nadir Hazretleri (1. Bölüm)
 
Yine üstadımın hasretiyle yandığım bir gün, ocağa bir adam tuttum ve arkadaşımla, beraber Antep’e gittik. Giderken de, Bilal Baba’nın ilahilerini çekelim diye yanımızda altı, yedi tane kaset götürdük. Niyetimiz bir hafta kalmaktı.
Antep’in Danacık Köyünün girişinde indik. Yürür iken, at arabası ile bize doğru bir adam yaklaştı. Arabaya yonca yüklemişti. Bize;

 “Her halde Bilal Baba’yı ziyarete geldiniz. Fakat evinin yanına kadar giden yol çok çamurlu, üzeriniz batmasın. Buyurun, arabaya binin ben sizi götüreyim” dedi.

Peygamber (sav) Efendimizin doğum yıl dönümü olması sebebiyle bir gün önceden gitmiştik. Mübareğin evine yaklaştığımızda mahşeri bir kalabalık vardı. Bilal Baba, biz gelmeden önce, oradaki cemaate;

 “Bugün, Nevşehirli Abdullah Efendi oğlum geliyor” diye kerametini göstermiş. (Bu hadiseyi bize daha sonra anlattılar.) Üstadımızın evine girdiğimizde, bizi içeri buyur etti, bir arkadaşı da yanına çağırdı ve Ona:

─  Şu çantayı aç, içinden kaset çıkar, mevlit okunacak, ilahiler söylenecek; dedi. Ondan sonra pencereyi açtı, Bana dönerek;

─  Şu tepeyi görüyor musun? Orada, sahabeden Ukkaşe Hazretleri vardır. Benim manevi liderimdir. O’nu ziyaret et, oğlum Abdullah, dedi.

Biz de, O Mübareği ziyarete gitmek için gusül abdesti aldık ve dağa doğru tırmanmaya başladık. Bu arada diğer kalabalık, köyün etrafını dolaşarak dağa doğru gidiyorlardı. Yukarı vardığımızda, Bize:

─  Ya hu, Siz ne yaptınız? Bu dağın yılanları meşhurdur. Bu güne kadar kimse çıkmaya cesaret edemedi. Size hiçbiri rast gelmedi mi, dediler.

Biz de kendilerine;

─  Hayır, hiçbir şey görmedik. Karşımıza ne bir yılan çıktı, ne de başka bir zararlı hayvan; diye konuşurken, bu esnada gayet iri ve heybetli gözüken bir meczup;

“Sizi kim gönderdi?” diye sordu.
Biz de kendisine:

─ Bilal Baba, diye cevap verince; Öyle bir “Huu” dedi ki sanki her taraflardan ses geldi.

─ Demek, Bilal Baba’nın misafirisiniz? Size hiçbir şey zarar veremez. Buyurun meydan Sizin, dedi.

Ukkaşe Hazretlerini ziyaret ettik. Dönüşte de, tekrar geldiğimiz yoldan geri döndük. Allah’ın izni ile ne bir yılan ne de başka bir zararlı hayvan karşımıza dahi çıkmadı.

Bilal Baba’nın yanına vardığımızda, Mübarek Bize;

─  Oğlum, Abdullah Efendi, doğru Nevşehir’e döneceksiniz, dedi.

Bizde kendisine:
─  Efendim, Biz buraya bir haftalığına gelmiştik, mümkünse kalalım, diye cevap verdik.

Bilal Baba:

─  Evladım, Sizin gitmeniz gerekiyor. Allah razı olsun! Bizi memnun ettiniz, ziyaretimize geldiniz. Allah yolunuzu açık etsin inşallah, dedi. Bizde;
 “Üstadımız böyle uygun gördüyse bir hikmeti vardır”, diyerek yanından müsaade aldık ve Fındık Ağası otobüsü ile Nevşehir’e geri döndük. Otogara indiğimizde, bir baktım, ağabeyim postaneye doğru hızlı, hızlı gidiyor. Ağabeyime; “Nereye gidiyorsun?” diye seslendim. Ağabeyim de Bana:

─  Ben de postaneye Size telgraf çekmeye gidiyordum, dedi.
“Hayırdır, ne oldu?” dedim.

─ Babam felç oldu, onu haber vermeye geliyordum. Hemen eve gidelim, dedi. Eve geldiğimizde, doktor bize:

─ Babanızın durumu çok ağır, üç günü geçerse felçli bir halde hayatını devam ettirir. Ancak siz ölümüne hazır olun, dedi. Ve babamız birkaç gün içerisinde, 1968 yılında vefat etti.

Bilal Baba’nın kerameti sayesinde babamı ölmeden görmüş oldum.

Yine bir gün Nevşehir’den Bilal Baba’yı ziyarete gittik. Hane-i saâdetlerine girdiğimizde kalabalık bir misafir topluluğu vardı. Gelen misafirlere ikram edilmek üzere, orada sürekli kaynayan buğday ve arpa kırmasıyla yapılan bir çorba pişiriliyordu. Bizler de yemek için bahçeye oturduk. Fakat hava kapalıydı. Bilal Baba’nın muhterem zevceleri hanımanne;

─Efendi, buraya Seni ziyarete gelen insanları bahçeye buyur ettin, ancak yağmur yağacak, dedi.
Bilal Baba, hanımanneye yemek yiyenleri işaret ederek:

─  Bunların üzerine yağmur yağmaz, hacı hanım, dedi.
Aradan kısa bir süre geçtikten sonra yağmur yağmaya başladı. Etrafa sicim gibi yağmur yağarken, üzerimize bir damla yağmur dahi düşmemişti.

Nevşehir’de bir arkadaşım vardı. Kendisi trafik kazası geçirdi. Kazadan sonra idrarında sürekli damlama olduğunu, bunun için çok bizar kaldığını ve çoğu zaman idrarının damlaması yüzünden bir kapla dolaştığını söylüyordu. Bir gün kendisine;

“Üstadım Bilal Nadir Hazretlerine giderken seni de götüreyim, hem senin rahatsızlığını söyleriz hem de hayır duasını alırsın” dedim.
Beraber Antep’e ziyarete gittik. Bilal Babama arkadaşın rahatsızlığını anlattım.

Bilal Babam, mutfaktan ufak bir tabağa domatesi rendeleyip içine sirke koyarak, getirmelerini söyledi. Bilal Baba, arkadaşı karşısına aldı, ona okuduktan sonra, bizlere sohbet etti. Aradan bir müddet geçmişti ki, arkadaşım heyecanlı bir halde;

 “Abdullah Ağabey, idrarım damlamıyor. “Elhamdülillah” dedi ve çok sevindi. Ben de, Bilal Babam’a dönerek;

“ Efendim, Allah razı olsun, arkadaşımın rahatsızlığı geçti” dedim. Getirmiş olduğum arkadaşım, oldukça zengin bir kişi idi. Nevşehir’de bir petrol istasyonu açacaktı. Yanında da yüklü miktarda para varmış. O rahatsızlığının geçmesinin verdiği huzur ile Bilal Babama dönerek;

“Allah sizden razı olsun, rahatsızlığım geçti” dedi ve parasını çıkartarak;
“Efendim! Annenizin ak sütü gibi helal olsun” deyip, parayı uzattı. Bilal Baba arkadaşıma şöyle bir tebessüm etti ve ekledi;
“Evladım paranı cebine koy! O parayı eğer Biz alacak olursak, bu nefes bir daha şifa verir mi hiç! Şifa Allah-ü Teâlâ Hz.lerindendir. Bizler ancak vesileyiz” demişlerdi.

www.abdullahbaba.com

0 yorum:

Yorum Gönder